Öğretim Üyelerimizden TÜBİTAK Desteği Başarısı
TÜBİTAK tarafından düzenlenen 1001-Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Projelerini Destekleme Programı kapsamında, 2019 yılı 2. döneminde Araştırma Destek Programları Başkanlığı'na (ARDEB) önerilen projelerin bilimsel değerlendirme süreci sonuçlandı. Değerlendirmelerin ardından; İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Sühendan Mol Tokay, Doç. Dr. Metin Alparslan ve Doç. Dr. Zahide Funda Bostancı Güver’in araştırma projeleri destek almaya hak kazandı.
3 Öğretim Üyemiz TÜBİTAK’tan Destek Almaya Hak Kazandı
Ulusal ve uluslararası alanda elde ettiği başarılarla bilim odaklı üniversite olmayı sürdüren İstanbul Üniversitesi, bir araştırma üniversitesi olarak yenilikçi fikirler üretmeye ve bu ışıkta projeler geliştirmeye devam ediyor. Bu başarıların bir yenisi İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Balıkçılık ve Su Ürünleri İşleme Teknolojisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sühendan Mol Tokay, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Metin Alparslan ve İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Zahide Funda Bostancı Güver’in araştırma projelerinin TÜBİTAK desteği almaya hak kazanmasıyla elde edildi.
Prof. Dr. Sühedan Mol Tokay’ın projesi; Tarım, Ormancılık ve Veterinerlik Destek Grubu (TOGAV) alanında, Doç. Dr. Metin Alparslan’ın projesi Sosyal ve Beşerî Bilimler Araştırma Destek Grubu (SOBAG) alanında, Doç. Dr. Zahide Funda Bostancı Güver’in projesi ise Matematik ve Fizik Araştırma Destek Grubu (MFAG) alanında destek almaya hak kazandı.
Soğuk Plazma Teknolojisi Önemli Avantajlar Sağlayacak
Projesi hakkında açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Sühendan Mol Tokay, soğuk plazma teknolojisi kullanılarak ülkemizin önemli ihracat ürünü olan levreğin raf ömrünün artırılmasının ve insanlarda hastalanmaya yol açabilen patojenler yönünden güvenilirliğinin sağlanmasının amaçlandığını belirtti. Projede soğuk plazma üretecek sistemle ilgili olarak İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sehban Kartal, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümü’nden Prof. Dr. Tamer Akan ve Dr. Erkan İlik; soğuk plazmanın gıdadaki uygulamalarıyla ilgili olarak ise Sakarya Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. Serap Coşansu Akdemir, İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Balıkçılık ve Su Ürünleri İşleme Teknolojisi Bölümü’nden Dr. Öğr. Üyesi Didem Üçok Alakavuk, Dr. Öğr. Üyesi Ş. Yasemin Tosun, Dr. Öğr. Üyesi Şafak Ulusoy ve Dr. Hande Bayar’ın görev aldığını; İstanbul Aydın Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü’nden Prof. Dr. Kamil Bostan’ın danışman olduğunu ifade etti.
Plazmanın maddenin yüksek enerji verilmiş dördüncü hali olduğunu kaydeden Prof. Dr. Mol Tokay, soğuk plazmanın avantajlarını aktararak şu şekilde konuştu: “Soğuk plazma düşük sıcaklıkta etkili olması, güçlü antimikrobiyel etki sağlaması, çevre dostu oluşu, toksik yan ürünler üretmemesi ve düşük maliyetli oluşu gibi avantajları sayesinde gıdaların raf ömrünün ve güvenirliğinin artırılmasında geleneksel metotlara önemli bir alternatif vaat eden çok yeni bir çalışma alanı oluşturmaktadır. Plazma herhangi bir kimyasala ihtiyaç göstermemekte, toksik kalıntı bırakmamakta ve zararsız nitelik taşımaktadır. Kullanılacak olan Yalıtkan Engelli Boşalma Soğuk Plazma, tarafımızca bu proje için üretilecek olan tasarımı orijinal sistemle sağlanacaktır.”
“Projemiz Gıda Güvenliği Alanında Yol Gösterici Olacak”
Ülkemizin levrek balığının Avrupa’daki en büyük ihracatçısı olduğunu ve balığın çok hızlı bozulan bir ürün olmasından dolayı taşıma ve pazarlama sırasında oluşan kayıpların azaltılmasının ekonomik açıdan büyük önem arz ettiğini vurgulayan Prof. Dr. Mol Tokay, ifadelerini şöyle sürdürdü: “Ürünümüzün uluslararası markette daha az kayıpla hareketi sağlanarak rekabet gücü artırılmış olacaktır. Bu teknolojiyle raf ömrü ve gıda güvenliği bakımından sağlanacak faydalar, diğer gıdalarda kullanımı konusunda da yol gösterici olacaktır. Bu projede soğuk plazmanın oluşturacağı etkilerin ve uygun parametrelerin belirlenmesinden sonra başka bir projeyle sistemin ticari olarak kullanılabileceği, bantlı bir sistem yapılması düşünülmektedir.”
“Üniversitemizin Ar-Ge Ekosistemindeki Rolüne Katkı Sunmayı Hedefliyoruz”
TÜBİTAK 1001 projelerinin en temel amacının yeni bilgiler üretilmesi veya teknolojik problemlerin çözümlenmesi için araştırmacıların desteklenmesi olduğunun altını çizen Prof. Dr. Mol Tokay, 4 üniversiteden deneyimli araştırmacıların bilgi birikimlerini paylaşarak oluşturduğu çok merkezli bir proje planladıklarını sözlerine ekledi. “Bu TÜBİTAK desteği ile üreteceğimiz tasarımı orijinal sistemle üniversitemizin Ar-Ge ekosistemindeki rolüne katkıda bulunmayı hedeflemekteyiz” şeklinde konuşan Prof. Dr. Mol Tokay, amaçlarının farklı alanlarda çalışan araştırmacılar olarak oluşturacakları bilgi birlikteliği ile akademik etkilerin yanı sıra ülkemize ekonomik yarar da sağlayan sonuçlar elde etmek olduğunu ve İstanbul Üniversitesi adına TÜBİTAK’tan böyle bir destek almaya hak kazanmaktan mutluluk duyduğunu dile getirdi.
Hititlerin Tarihi Yeniden Yorumlanacak
Projesiyle ilgili bilgi veren Doç. Dr. Metin Alparslan, çalışma kapsamında “Hititlerin Başkenti Hattuşa‘nın Kent Topoğrafyası: Filolojik ve Arkeolojik Belgelerin Karşılaştırılmasıyla Kentin Sivil, Kültsel ve İdari Mimarisinin Yorumlanması” konusunun ele alınacağını belirtti. Hititçe metinlerde çok sayıda mimari yapıya ait ismin geçtiğini aktaran Doç. Dr. Alparslan, “Farklı özelliklere sahip olduğu ve farklı amaçlar için kullanıldığı (dini, idari) anlaşılan bu mekanlarda yer alan görevliler (kral, muhafız gibi), yürütülen işler (kurban etme, sıvı sunu, zanaatkarların faaliyetleri gibi) ve içinde yer alan envanter (perde, masa, taht gibi) gibi bilgiler söz konusu metinlerde görülmektedir” dedi. Hititlerin başkenti Hattuşa’da olduğu anlaşılan yapıların yer tespitinin henüz yapılamadığını kaydeden Doç. Dr. Alparslan, Hattuşa ören yerinde bulunan hiçbir yapının adının kesin olarak belirlenmiş olmadığını vurgulayarak şöyle konuştu: “Her ne kadar bazı yapılar tipolojik özelliklerinden dolayı genel bir ifade ile ‘tapınak’ olarak adlandırılmış olsa da hangi tanrının/tanrıların tapınağı olduğu bilinmemektedir. Projemiz ana hatlarıyla, ören yeri içindeki yapıları adlandırmaya, kullanım amacını ve şeklini daha iyi anlamaya yöneliktir. Ayrıca, yapıların özellikleri hakkında da bilgiler toplamayı ve bu bilgiler doğrultusunda yeni yorumlara ulaşmayı amaçlamaktadır.”
Projenin Kaynakları; Filolojik Belgeler ve Arkeolojik Buluntular
Projenin iki ana kaynağı olan filolojik belgelerin ve arkeolojik buluntuların, her iki kaynak grubuna hâkim olmayı gerektirdiğinin altını çizen Doç. Dr. Alparslan, projeyi sonuca ulaştıracak en önemli kaynağın filolojik belgeler olduğunu vurguladı. Bu nedenle de öncelikle mimari yapılar hakkında bilgi veren tüm yazılı kaynakların taranması ve topluca yeniden değerlendirilmesi gerektiğini aktaran Doç. Dr. Alparslan sözlerine şu şekilde devam etti: “Hitit metinlerinde geçen tüm mimari yapıları ele alan bir kaynak olmadığından, projemizin en önemli özgün değerlerini söz konusu çalışma oluşturacaktır. Her yapı hakkında elde edilen yazılı bilgi önce tek başına, sonra ise diğer yapılar ile ele alınacaktır. Paralel olarak arkeolojik kazılar sırasında Hattuşa’da ortaya çıkarılan mimari ve içinde ele geçen buluntular incelenecektir. Bu iki bilginin bir araya getirilmesiyle de Hitit başkentinde yer alan bazı mimari yapıların ismini kesin olarak bulmayı hedeflemekteyiz.”
“İstanbul Üniversitesi’ni En İyi Şekilde Temsil Etmek İstiyoruz”
İstanbul Üniversitesi’nde aynı kürsüyü paylaştıkları Dr. Fatma Kaynar ile yürütecekleri bu projenin TÜBİTAK tarafından kabul edilmiş olmasından büyük mutluluk duyduklarını dile getiren Doç. Dr. Alparslan, projenin amacının Hititlerin başkenti Hattuşa’nın ve diğer Hitit kentlerinin daha iyi anlaşılabilmesi olduğunu söyleyerek konuşmasını şu ifadelerle tamamladı: “Projemiz 3 yıl sürecek. Bu 3 yıl içinde sonuçlarımızı bilimsel toplantılarda sözlü olarak, makaleler ve monografilerle yazılı olarak sunmak istiyoruz. TÜBİTAK ve İstanbul Üniversitesi’ne karşı olan sorumluluğumuzun bilincindeyiz ve İstanbul Üniversitesi’ni en iyi şekilde temsil etmek istiyoruz.”
Gama Işın Patlamalarına Dair Detaylı Bir İnceleme
Projesinin detaylarını aktaran Doç. Dr. Zahide Funda Bostancı Güver ise “Sonrasında Uzun Süreli Işıma Evresi Gösteren Gama Işını Patlamalarının Araştırılması ve Detaylı İncelenmesi” başlıklı çalışmada, evrendeki en şiddetli patlamalar olan gama ışın patlamalarında yeni bir grup olarak sınıflandırılan olayların araştırılacağını söyledi. Gama ışın patlamalarının gama ışını bandında kısa süreli patlamalar olmalarına rağmen çok yüksek mertebelerde (10⁵⁰ erg) enerji yaymaları sayesinde evrenin derinliklerinden kendilerini gösterebildiklerini kaydeden Doç. Dr. Bostancı Güver, bu patlamaların, gözlenen öncü gama ışını yayılım süreleri dikkate alınarak kısa ve uzun patlamalar olarak sınıflandırıldığını ifade etti. “Bu sınıflandırma oldukça genel olsa da kısa (2 saniyeden az süren) ve uzun (2 saniyeden fazla süren) patlamaların geri planındaki fiziksel mekanizma belirgin şekilde farklılık gösterir” diyen Doç. Dr. Bostancı Güver, uzun patlamaların, dev kütleli yıldızın ömrünün sonunda meydana getirdiği süpernova patlamaları ile ortaya çıkabildiğini, kısa patlamalarının ise iki sıkı cismin (iki nötron yıldızı veya bir kara delik ile nötron yıldızı) birleşmesi sonucu meydana gelebildiğini vurguladı.
“Öncü Kısa Patlama ve Uzun Süreli Işıma Evrelerinin Anlaşılması Çok Önemli”
Özellikle son 10 yılda yeni bir grup gama ışın patlamasının karakteristik farklılıklar ile kendini belli etmeye başladığını dile getiren Doç. Dr. Bostancı Güver, bu olayların öncü patlama süresi itibarı ile kısa olarak belirlenmesine rağmen, hemen sonrasında tayfsal olarak daha düşük enerjili ancak uzun süreli ışıma evresi gösteren olaylar olduğunu aktararak şu ifadeleri kullandı: “Bu özellikleri sebebiyle, uzun süreli ışıma gösteren gama-ışın patlamaları iki genel sınıf arasında köprü konumunda olup, öncü kısa patlama ve ardından beliren uzun süreli ışıma evresinin daha iyi anlaşılması tüm gama-ışın patlamalarının doğasının anlaşılması açısından da önem arz etmektedir. 17 Ağustos 2017’de LIGO/Virgo deneyi iki nötron yıldızının birleşmesi ile yayılan kütleçekimsel dalgaları gözlemiş ve bu olayla bağlantılı bir kısa gama-ışın patlaması Fermi uydusu ile gözlenmiştir. Bu keşifler bu alanda çok önemli yeni bir kulvar açmıştır. Çünkü birleşmenin takibinde çarpışan nötron yıldızlarının içerdiği madde, kilonova olarak adlandırılan düşük enerjili bir süpernova ışıması yaymıştır. Bu bulgular, bazı uzun süreli ışıma gösteren gama-ışın patlamalarının ışımasının, çarpışan kompakt cisimlerin bir kara deliğe dönüşmesinden hemen önce gözlenebilen ışınım olma ihtimalini güçlendirmiştir.”
“Gama Işın Patlamaları İlk Kez Detaylı Zamanlama Yöntemleri ile İncelenecek”
Proje kapsamında, uzun süreli ışınım içeren gama-ışın patlamalarının verilerinin tayfsal gecikme ve tayf modellemesi gibi detaylı incelemelere ek olarak, ilk kez gerçekleştirilecek olan detaylı zamanlama yöntemleri ile de incelemelere tabii tutulacağını vurgulayan Doç. Dr. Bostancı Güver, bu sayede kara deliğe dönüşmeden önce ışıma yapabilen nötron yıldızlarından beklenen periyodik veya periyodiğe yakın salınımların bulunup bulunmadıklarının ilk kez araştırılacağını kaydetti. Elde edilen sonuçlar ışığında bu olayların karakteristik tayfsal ve zamansal özelliklerinin en kapsamlı şekilde ortaya konulacağını aktaran Doç. Dr. Bostancı Güver, “Benzer incelemeler uzun süreli ışınım göstermeyen gama ışın patlaması verilerine de uygulanıp uzun süreli ışınım evresini meydana getiren süreçler irdelenecek, gizemini hala korumakta olan öncü ışımaya dair yeni ipuçları araştırılacak” şeklinde konuştu.
Literatür İçin Bir İlk
Uzun süreli ışınım gösteren gama ışın patlamalarının araştırılmasının genel olarak astrofizikte önemi gittikçe artmakta olan ve yeni yeni çalışılmakta olan bir alan olduğunu belirten Doç. Dr. Bostancı Güver, bu proje kapsamında yapılacak çalışmaların literatür için bir ilk olacağının altını çizerek ifadelerini şöyle tamamladı: “Projenin farklı dönemlerinde elde edilen bulguların, ulusal ve uluslararası toplantılarda sözlü bildiri ve poster bildiri olarak sunulması ve etki faktörü yüksek SCI kapsamındaki uluslararası dergilerde makale olarak yayınlanması hedeflenmektedir. Toplumsal refahın sağlanmasında nitelikli eğitimin rolü büyüktür. Bunun için de temel bilim çalışmaları ve bu çalışmaların sürekliliğinin sağlanması elzemdir. Bu proje kapsamında araştırmalar NASA uyduları ile alınan veriler ile yapılacak olup genç araştırmacılar için motivasyon ve özgüven oluşturacaktır. Onlara yüksek enerji astrofiziği, veri analizi ve yorumlanması deneyimi kazandırılacaktır. Lisansüstü tezlerine materyal üretilmesi ve mevcut bilginin öğrencilere aktarılması sayesinde, genç araştırmacıların yetiştirilmesine destek sağlanacaktır. Yeterli deneyim kazanacak genç araştırmacılar, yeni projelerin gerçekleştirilmesine de katkıda bulunabilirler.”
Haber: Tuğçe AYÇİN
İÜ Kurumsal İletişim Koordinatörlüğü